İMAR BARIŞI SONA ERDİ. PEKİ YA ŞİMDİ ?

İmar barışı süreci sona erdi. Yapı kayıt belgesi verilmesi ile oluşan imara aykırı yapılaşma ve binaların depreme dayanıklılığı konusunda her türlü riskin yapı sahibine yüklenmiş olması ne gibi sonuçlar doğuracaktır?
İmar Kanunun geçici 16. Maddesi “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.” Hükmünü içermektedir. Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul Ve Esaslar başlıklı tebliğ’in 9. Maddesine göre ise “Yapının depreme dayanıklılığı ve yapının fen ve sanat norm ve standartlarına aykırılığı hususu yapı malikinin sorumluluğundadır.” İdare bu kanuni düzenleme ile olası bir doğal afet ve yıkım karşısında sorumluluğun kendisinde olmadığını belirtmektedir.
Peki, bu hükmün bağlayıcılığı var mıdır? Devlet bu sorumluluğu vatandaşa yükleyebilir mi?
Bütün bu sorularımıza olumlu cevap vermek mümkün değildir.
İmara uygun olmayan, yıkılma riski taşıyan, güvenlik ihmalleri olan birçok binaya yapı kayıt belgesi verilmiştir. Bu durum yakın çevremizde bulunan ve yıkılma riski taşıyan binalara karşı bizleri de risk altına sokmaktadır.
Bu binalarda olası bir çökme yaşanması halinde, öncelikle Türk Ceza Kanunu madde 170’de düzenlenen “ Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması” ceza normu karşımıza çıkacaktır. Zira maddenin 1. Fıkrasının b bendi ile 2. Fıkrası bina çökmesine yahut çökme tehlikesine neden olan kişilerin cezalandırılması öngörülmüş, TCK md 171 de ise bu suçun taksirle işlenmesi düzenlenmiştir. İlgili madde metni şu şekildedir;
Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması
Madde 170- (1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya mal varlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;
- a) Yangın çıkaran,
- b) Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olan,
- c) Silahla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yangın, bina çökmesi, toprak kayması, çığ düşmesi, sel veya taşkın tehlikesine neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
Genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması
Madde 171- (1) Taksirle; a) Yangına, b) Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına, Neden olan kişi, fiilin başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olması halinde, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Olası bir çökme durumunda cezai sorumluluğa ek olarak tazminat davaları da gündeme gelebilecektir. Bu davalar manevi tazminat davası olabileceği gibi; ölüm ve yaralanma, konut ve iş yerinde bulunan eşyaların yok olması veya hasara uğraması gibi sebeplere dayalı maddi tazminat davası da olabilecektir.
Doğal afetler karşısında devletin sorumluluğunun dayanağı nedir?
Herkes yaşam, mülkiyet, onurlu ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir ve bu haklar Anayasa, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve yasalarla güvence altına alınmıştır. Bu düzenlemeler ile deprem, heyelan gibi doğal afetlerin sıklıkla yaşandığı ve hayatın bir parçası olduğu günümüzde, devlete, başta yaşam hakkı olmak üzere vatandaşların haklarını korumak için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü yüklenmiştir.
Yaşam hakkına yönelik tehlikenin kamusal ya da özel bir nitelik taşımasının burada bir önemi bulunmamaktadır. Söz konusu tehdit, endüstriyel risklerden kaynaklanabileceği gibi, atıkların depolanması sonucu ortaya çıkabilecek tehlikeler dolayısıyla da meydana gelebilecektir.
Deprem ve diğer afetler açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Doğal Afetler Karşısında Devletin Sorumluluğunu vurgulayan Ümraniye’deki “Hekimbaşı” çöplüğünün patlaması ile ilgili “Öner Yıldız v. Türkiye” davası önem arz etmektedir.
Ümraniye Hekimbaşı Mahallesi; 1970 yılından itibaren Beykoz, Kadıköy, Üsküdar, Ümraniye belediyelerince ortak çöplük alanı olarak kullanılmıştır. 1980 yılında çöplük alanı olarak kullanılan bu mahalleye yoğun bir göç dalgası yaşanmış ve buraya gelen vatandaşlar yaptıkları gecekondularda ikamet etmeye başlamıştır. Ardından yapılan bu kaçak yapılara elektrik ve su abonelikleri bağlanmış, yollar yapılmıştır. 28.04.1993 tarihinde metan gazı patlaması meydana gelmiş; çevre binalar zarar görmüş ve 39 kişi patlama sonucu hayatını kaybetmiştir. Olayda kaybolan 12 kişinin cesedi ise bulunamamıştır.
Hayatını kaybeden kişilerin yakınları tarafında olay yargıya taşınmıştır.
Savcılık tarafından Ümraniye Belediye Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında Görevi ihmal ve tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet verme suçlarından dava açılmıştır. Yapılan yargılama sonucu sanıklar görevi ihmalden, cezanın alt sınırı olan 3 ay hapis ve 160.000. TL para cezasına çarptırılmış, hapis cezaları paraya çevrildikten sonra sanıkların bir daha suç işlemeyeceği kanaatine varılarak ertelenmiştir. Ve nihayetinde dava AİHM önüne gelmiştir.
Bu olay ile ilgili olarak AİHM’nin vermiş olduğu kararda sözleşmenin 2., 6. ve 13. Maddelerinin ihlali ortaya konmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Yaşam Hakkı başlıklı 2. Maddesi “Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur…”
Madde 6: Adil yargılanma hakkı “1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
Madde 13: Etkili başvuru hakkı “ Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir”
Düzenlemelerini içermektedir.
AİHM yaptığı değerlendirmede;
“Olayın ölümlere sebep olan yönünün, mahkemece yargılama süresince dikkate alınmadığı; soruşturma kurumlarının, Çevre Bakanlığı ve hükümet makamları aleyhine tüm suçlamalardan vazgeçerek, davanın hayatı riske atma yönünün incelenmesini engellemek için yalnızca “ihmalkârlık” ile sınırlandırmaya çalıştıkları tespitinde bulunmuştur. Mahkeme, bu davada uygulanan cezai yargı yolunun amaca uygun, somut ve etkili olmadığı sonucuna varmıştır.
Akabinde, sözleşmenin 2 maddesinin, devlete yalnızca, kasten ölüme sebebiyet verilmesini engelleme sorumluluğu getirmediği, aynı zamanda, kendi yargı yetkisi altında bulunan kişilerin hayatını korumaya yönelik gerekli tüm tedbirleri alma yükümlülüğü de getirdiğine işaret etmiştir.
Verilen kararda bu durum “Somut olaydaki çöp toplama hizmeti devletin bir faaliyetidir. Yapılan incelemelerde devlet çöp toplama ile ilgili ciddi işletme risklerini ortadan kaldırmak için bir adım atmadığı gibi çöplük çevresinde oturan kişilere herhangi bir bilgilendirme de yapmamıştır. Kurumsal ilgisizlik, iletişimsizlik ve toplumsal hizmet birimlerinin birbirlerinden kopuk çalışmaları da göz önüne alındığında, Ümraniye çöplüğünün arz ettiği tehlikeler karşısında milli makamlar tarafından sergilenen ihmaller ile kazada meydana gelen ölümler arasında bir illiyet bağı bulunmaktadır. Bu durum devletin kasten olmasa bile ihmali dolayısıyla sözleşmenin 2. maddesini ihlal ettiğini göstermektedir.”
Görüleceği üzere “ Gerekli önleyici tedbirlerin alınmamış olması, bilgilendirme yapılmaması, kurumsal ilgisizlik ve ihmal” devletin sorumluluğunu doğurmuştur.
Sonuç olarak yaşam ve mülkiyet hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında korunmaktadır. Anayasa’mızın 90. Maddesi uyarınca “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Bu sebeple her ne kadar İmar Kanunun geçici 16. Maddesi “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.” Hükmünü içermekteyse de bu durum devletin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Ülkemizdeki “imar affı yasalarının kaçak yapılaşmayı teşvik edici bir devlet politikası olarak var olduğu” vurgusunun yer aldığı bu kararın, kaçak yapılaşma neticesinde gerçekleşen ölümlerde yaşam ve mülkiyet haklarının ihlaline ilişkin emsal teşkil edeceği de unutulmamalıdır.
Av. Emine Bilge TÜRK – İstanbul Barosu